3. Emeğin Hukuku Kurultayı başladı

Türkiye Barolar Birliğinin ev sahipliğinde Ankara’da düzenlenen 3. Emeğin Hukuku Kurultayı’nda bir konuşma yapan DİSK Genel Başkanı Kani Beko, 130 bin metal işçisinin grevinin yasaklanmasını da gündeme getirdi. “Bu erteleme değildir, yasaklamadır” diyen Kani Beko, grev hakkının Anayasa’nın işçilere vermiş olduğu bir hak olduğunu hatırlattı 

 

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun “Taşeron ve Arabuluculuk” alt başlıkları ile toplanan Kurultay’da yaptığı konuşma:

Konuşmama başlamadan önce, Emeğin Hukuku Kurultaylarının kurumsallaşmasını sağlayan, ev sahipliği yapan Türkiye Barolar Birliği’nin başkanı sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nu, sayın konfederasyon başkanlarını, Kurultaya katkı yapan tüm hocalarımızı ve siz katılımcıları Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK adına sevgi ve saygıyla selamlıyor, bu kurultayın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

İş uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuğu getiren “İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı”, 12 Ekim 2017 tarihinde kanunlaşmıştır. Bu kanun ile iş hukukuna ilişkin uyuşmazlıkların çözümlendiği İş Mahkemeleri ve yargılama usulleri yeniden düzenlenmektedir.

Kanun ile getirilen en önemli değişikliklerden biri, iş hukuku uyuşmazlıklarının önemli bir bölümünde, dava açılmadan önce arabulucuya başvurma zorunluluğu  getirilmesidir.

Kanunun genel gerekçesinde yargının iş yükünün hafifletilmesi, iş uyuşmazlıklarının daha kısa sürede çözümlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.

Kanunun tasarı aşamasında, çeşitli platformlarda, bakanlıklara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne görüşlerimizi sunduk. İşçilerin haklarının ortadan kaldırılacağı, tırpanlanacağı endişesiyle bu düzenlemeye karşı çıktık. Diğer hukuk uyuşmazlıklarında olduğu gibi, arabuluculuğun zorunlu değil, gönüllük esasında yürütülmesi gerektiğini savunduk.

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nda arabuluculuğun gönüllülük temeli üzerine yürütülebileceği düzenlenmiştir.

“İş uyuşmazlıklarında” zorunlu arabuluculuk sistemi ise dünyadaki uygulamalar dikkate alındığında, arabuluculuk kurumuyla çelişkilidir. Çünkü arabuluculuk sistemi esasen gönüllülük esasına dayanmaktadır.

Arabuluculuğun gönüllülük temeli üzerine kurulmasındaki en önemli etken her iki tarafında bu süreçte eşit haklara ve imkanlara sahip olduklarının kabulüdür.

İşçi ile işverenin bu anlamda eşit olmadığı açıktır ki iş hukukunun temel ilkelerinden en önemlileri, işçinin korunması ve işçi lehine yorumdur.

Bu bahsettiğim husus daha kanun taslak halindeyken Yargıtay İş Hukuku Dairelerinin başkan ve üyeleri, yargıçlar ve bilim insanlarının da çeşitli eleştirisine uğramıştır.

İşçilerin işveren ile eşit imkanlara sahip olmadıkları hiç akıldan çıkarılmamalıdır. En basitinden alacak miktarını tam olarak bilmeyen bir işçi,  arabulucu tarafından ne konuda ve miktarda uzlaştırılacaktır?

Arabuluculuk yolunda ne yazık ki işçilerin yargı yolu ile alacakları önemli ölçüde azalacaktır. Pratikte arabulucuların işyerlerine giderek işçileri hakkettiklerinin çok altına razı ederek onlardan ibraname dahi aldıkları bilinmektedir.

Dolayısıyla zorunlu arabuluculuk iddia edilenin aksine hak arama özgürlüğünü engelleyecek niteliktedir. İşçilerin yargı yoluna başvurmaları engelleneceği gibi haklarının çok altında anlaşmalara razı edilerek hak kaybı yaşamalarına neden olunacaktır.

Kanun ile getirilen zorunlu arabuluculuk düzenlemesi, yargı erkinin özelleştirilmesi olarak da değerlendirilebilir. Demokratik devlet kavramı, birbirinden bağımsız, yargı, yasama, yürütme erkleri üzerine oturtulmaktadır. Yargı erkinin, bu erki kullanan hakimler dışında, yürütmenin düzenlemesi ile bazı başka oluşumlara devredilmesi demokratik devlet anlayışını ortadan kaldıracaktır. Maalesef ülkemiz her alanda olduğu gibi iş hukuku alanında da demokrasinin en temel ilkelerinden uzaklaşmaktadır.

Toplantımızın bir diğer konusu da taşeron çalışma. Yıllardır kadro bekleyen 1 milyon civarında taşeron işçiyi ve aileleriyle birlikte 4 milyon kişiyi ilgilendiren taşeron işçilere kadro konusu, 24 Aralık 2017 tarihinde Resmî Gazete yayımlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile düzenlendi.

Bizlerin, tüm sendikaların ve TBMM’deki muhalefet partilerinin tüm çağrılarına rağmen, taşeron işçiye kadro konusu kapalı kapılar ardında oldu bittiye getirildi. Konunun en önemli muhatabı olan sendikalar devre dışı bırakıldı.

Kadro konusu her şeyden önce Üçlü Danışma Kurulu’nda görüşülmeliydi. Bütün çağrılarımıza rağmen Çalışma Bakanı Üçlü Danışma Kurulu’nu toplamadı. Bu konu ayrıca Anayasa’da yer alan bir kurum olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’de konuşmalıydı. Bu konuda da Başbakan görevini yapmadı.

Konu sadece işçilerin temsilcilerinden değil milletin temsilcilerinden de kaçırıldı. Milyonlarca insanı ilgilendiren bir konu milli iradeden kaçırılarak bir gece yarısı operasyonu ile KHK kapsamına alındı. Oysa Mecliste muhalefette yer alan bütün partiler, konunun Mecliste ele alınmasından yanaydı. Konu Meclis gündemine gelseydi kısa sürede sonuçlanacaktı.

Konu Meclis’te tartışılsaydı ve sendikalarla müzakere edilseydi kamuoyu bilgilenecek, şimdi ortaya çıkan yanlışlar ve eksikler giderilecekti. Konu tartışılsaydı yanlışlar düzletilecek, haksızlıklar önlenebilecekti. Konu bir yasa ile çıksa, haksızlıkların yargı yolu ile giderilmesi de daha mümkün hale gelecekti.

Ancak böyle yapmadılar. AKP tek adam yönetiminin yeni bir örneğini verdi ve konuyu işçilerin temsilcileri ve milletin vekilleriyle müzakere etmeden bildiğini okudu.

Burada çok açık bir hukuk dışı durum var: Kadro konusunun KHK ile düzenlenmesi Anayasa’ya aykırıdır ve hukuksuzdur. Anayasa’nın 121. maddesi “olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir” hükmünü içeriyor. Hükümet her istediği konuda KHK çıkaramaz. KHK sadece olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda olabilir.

Taşeron işçiye kadro konusunun OHAL ile ne ilgisi vardır? Taşeron işçiye kadro konusu TBMM’nin yetkisinde olan bir konudur. Hükümetin OHAL ile ilgisi olmayan konuları KHK aracılığıyla düzenlenmesi Anayasanın açıkça ayaklar altına alınması anlamına gelmektedir. Hükümete bu cüreti OHAL KHK’larını denetlemekten kaçınan ve görevini yapmayan Anayasa Mahkemesi vermektedir.

Sonuç olarak bu düzenleme Anayasa’ya, hukukun temel ilkelerine ve sosyal diyalog anlayışına aykırı olarak hazırlanmıştır. Bu düzenleme Taşeron işçilerin kadro sorununu çözmek bir yana yeni sorunlar, eşitsizlikler, adaletsizlikler ve haksızlıklar yaratacak niteliktedir. Bu eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, haksızlıkları kısaca sizlere özetlemek istiyorum:

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, genel propagandanın aksine taşeron işçilerinin büyük bir bölümü kadro alamamaktadır.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ve bağlı ortaklıklarında çalışan taşeron işçiler kadroya alınmamaktadır. Belediyeler, il özel idareleri ve bağlı kuruluşlarda çalışanlar ise kamu işçisi olarak kadroya alınmamaktadır. Bu işçiler belediye şirketlerinde işe alınmaktadır. İhalesinde personel gideri yüzde 70’in altında olan işçiler ile mal, yapım ve danışmanlık ihalelerinde çalıştırılan işçiler de kadroya alınmamaktadır. 36 farklı özel bütçeli kuruluştan sadece 8’i kapsama alınırken, 28’inde işçilerin kadro hakkının verilmemesi adaletsizliktir. Şehir hastanelerinde çalışan işçilerin de bu hastanelerde kadroya alınmayacakları, kadro isterlerse başka ilde çalışmayı dahi kabul etmek zorunda kalacakları ortaya çıkmıştır.

Kadro kapsamındaki idarelerde çalışmak da otomatik olarak kadroya alınmak anlamına gelmemektedir. Hukuki denetimi olmayan, keyfiliğe, ayrımcılığa ve kayırmacılığa yol açmasından endişe edilen güvenlik soruşturması ile çok sayıda işçi elenebilecektir. Adli sicil kaydı neden yetmemektedir? Bugüne kadar yaptıkları işi yapmaya devam edecek işçiler, neden güvenlik soruşturmasına tabii tutulmaktadır.

Benzer bir şekilde sınav şartı da, elemeye ve ayrımcılığa dönüşebilecek bir şarttır. Yıllardır aynı işi yapan işçiler için sınava neden gerek duyulmaktadır.

Tüm bu engelleri aşarak hakkı olan kadroyu alan işçileri bekleyen ise ikinci sınıf kamu işçiliğidir. Kadroya alınan taşeron işçiler diğer kamu işçileri ile eşit haklara sahip olmayacak, daha düşük ücretlerle çalışacaklardır. Üstelik ikinci sınıf kamu işçisi olarak çalışmanın şartı olarak geçmişe dair tüm haklarından da feragat etmeleri istenmektedir. Bir diğer ifadeyle yıllarca hukuksuz ve hileli biçimde sürdürülen taşeron uygulanmasının yarattığı mağduriyetler neticesinde mahkemelerde kazanılmış tüm haklardan vazgeçilecektir. Hukuksuz taşeron uygulaması, yapanların yanına kar kalacak, işçiler ise haksızlığa uğradıkları ile kalacaktır. Kadroya geçiş için davadan vazgeçme koşulu hukuk devleti ilkesinin ihlalidir.

Tüm bunların dışında grev hakkını ortadan kaldıran, iş kolu sendikalarını devreden çıkaran, gerçek anlamda bir toplu iş sözleşmesinin önüne geçen düzenlemelerle ikinci sınıf kamu işçiliği statüsü pekiştirilmektedir.

İşin en acı tarafı, tüm bu hukuksuzlukların, ayrımcılıkların, eşitsizliklerin karşısında işçilerin gidecek bir mahkemeleri dahi yoktur. Taşerona kadro düzenlemesi OHAL KHK’sı ile yapıldığı için Anayasa Mahkemesi yolu zor görünmektedir. Anayasa Mahkemesi OHAL KHK’larını denetlememektedir. Hükümet ne yaparsa yapsın göz ardı edilmektedir. Öte yandan sınav ve güvenlik soruşturması gibi uygulamalarda bir sorun yaşandığına işçiler hangi mahkemeye başvuracaktır? Bilindiği gibi yargı organları OHAL ile yapılan düzenlemelere dayalı uygulamalarda ya başvuruları kabul etmemekte ya da sürüncemede bırakmaktadır. Kadro alım sürecinde yaşanan usulsüzlüklerde mahkemelerde hak aramak işçiler için oldukça zordur, hatta olanaksızdır.

O zaman şu soruyu sormak boynumuzun borcudur: OHAL hani millete karşı değildi. OHAL hani milleti etkilemiyordu. Grev yasaklamak için OHAL’i kullandıklarını ifade edenler, bugün taşeron işçilerin haklarının karşısına OHAL’i çıkarmaktadır.

Son olarak 130 bine yakın metal işçisinin grevi ertelenmiştir. Bu erteleme değildir, yasaklamadır. Grev hakkı Anayasa’nın işçilere vermiş olduğu bir haktır. İşçilerin bu hakkı anasının hak sütü gibi kullanabilmesi gerekmektedir. Grevlerin yasaklanmasını buradan kınıyor, bu kararların gözden geçirilmesini talep ediyorum.

Sözlerime son verirken er ya da geç OHAL gidecek, demokrasi gelecek, bu güzelim ülkede kazanan mutlaka işçiler olacak diyor, bu anlamlı etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ediyorum.